31 Ocak 2009 Cumartesi

Teori Nedir? Evrim Teorisi, Neden Yasa Olmaz?

Thesis definition. (Tez tanımı)

"A proposition that is maintained by argument."

Tartışmaya, iddiaya dayanarak bir öneri, fikir ileri sürmek.

Hypothesis definition. (Hipotez tanımı)

''A tentative explanation for an observation, phenomenon, or scientific problem that can be tested by further investigation.''

Bir gözlemin, fenomenin (bilinmez), bilimsel bir problemin üzerinde daha fazla çalışılması, araştırılması gereken yetersiz açıklamasıdır.

Theory definition. (Teori Tanımı)

''A set of statements or principles devised to explain a group of facts or phenomena, especially one that has been repeatedly tested or is widely accepted and can be used to make predictions about natural phenomena.''

Bir grup gerçeklerin veya bilinmezlerin,belirtilmesi veya ilkelerine şekil verilmesidir. Özellikle bu gerçekler, bilinmezler tekrar tekrar test edilir veya geniş anlamda kabul görür. Böylece doğal bilinmez ile ilgili tahminlerde bulunulur.

Teoriler asla yasaya dönüşmezler. Teoriler bilimsel gerçeklerin açıklanmasıdır.Evrim teorisi yasa olmaz. Çünkü bir canlının nasıl evrim geçireceğinin kesin kuralları yoktur, değişkendir.

http://www.yourdictionary.com/

Bilim dünyasında, kanun, yasa ya da prensiplere bakarsanız; genellikle içlerinde bir veya daha fazla formül barındırdıklarını görürsünüz. İşte; evrim kuramının belki de hiçbir zaman “Evrim kanunu” şeklinde anılmayacak oluşunun nedeni burada yatmaktadır. Canlıların evrimi formüle dökülemez. Çünkü basitçe tanımlarsa; bir formül, çeşitli değişkenleri kullanarak, sonucu bilmemizi sağlar. Örneğin; ”x=V.t, d=m/V, …”gibi formüllerde, değişkenlere bağlı olarak sonucu kesin olarak bilebilirsiniz.Fakat, evrimde böyle bir şey söz konusu değildir.Evrimde çok fazla değişken mevcuttur, bunların arasında yukarıdaki formüller gibi tam bir matematiksel bağlantı yoktur ve en önemlisi evrim bilinçli bir süreç olmadığı için, sonucu önceden tahmin edilemez. Yani; bir canlı türünü oluşturan populasyonun tamamının ya da içinden bir grubun populasyondan göç edip etmeyeceği, değişen çevre şartlarının nasıl olacağı ve bu şartlara bağlı olarak genlerinde hangi mutasyonların meydana geleceği ve bu meydana gelen mutasyonlardan hangilerinin doğal seçilimde ayıklanarak, populasyonun gen havuzuna ekleneceği, bu süreçlere bağlı olarak evrimin hangi özellikler lehine veya aleyhine işleyeceği ancak tahmin edilebilir.Ama kesin bir sonuca ulaşılamaz. Ya da çok basitçe düşünürsek; evrimde, 2+2=4 diye bir kural yoktur. Evrim için böyle bir formül oluşturulsa bile; o 2’lerden biri mutasyon geçirerek 3’e dönüşürse, ya da 4’ü oluşturan 1’lerden bir grup populasyon dışına göç ederse, o formülün geçerliliği kalmaz.

Ayrıca böyle bir formül yalnızca sayısal bir sonuç verir. Örneğin; populasyonda,kaç canlının mutasyon geçireceği gibi. Ama bu mutasyonlar sonucu canlının morfolojik yapısının değişip, değişmeyeceği; değişirse nasıl olacağı hakkında herhangi bir formül sonucu elde edilmiş bir sayı bize bir fikir veremez. Böyle bir durumda da yalnızca tahminler devreye girer. ”Eğer çevre şartları şöyle şöyle değişirse; canlı şu yönde evrim geçirebilir” şeklinde tahminler yapılabilir. İşte evrim kuramının “Evrim kanunu” ya da “Evrim yasası” şeklinde anılmayışının nedeni, genel hatlarıyla bu şekilde açıklanabilir. Tabi böyle bir formülün olmayışı, evrimin kanıtlanmadığından değil, aksine; canlıların evrimi kanıtlandığı ve büyük ölçüde anlaşıldığı için böyle bir formülün oluşturulmasının doğru sonuçları vermeyeceği anlaşılmıştır. Kısacası; evrim bilinçli bir şekilde işlemediği ve mekanizmalarının etkilerinin ne olacağı önceden kesin olarak bilinemediği için; evrimin bir formülü yoktur. Bu yüzden de “kuram” olarak anılmaktadır.

Daha iyi anlaşılması için başka bir örnek vermek istiyorum. Canlıların evriminde, çevre şartlarının çok önemli olduğunu söyleriz hep. İşte bu çevre şartlarını değiştiren en önemli faktör; kıtaların hareketleridir. Kıtaların hareketlerini açıklayan bilimsel çalışma ise; ”Levha Tektoniği KURAMI”dır. Levhalar; okyanusal ve kıtasal levha olmak üzere 2’ye ayrılır ve astenosferin üzerinde hareket ederler. Hareket etmelerini sağlayan mekanizma da konveksiyon akımlarıdır. Levhalar birbirine yaklaşır, uzaklaşır, birbirinin altına dalar ve birbirleriyle çarpışırlar. Bu hareketleri sonucunda da okyanuslar kapanır ya da açılır, kıtalardan parçalar kopar ya da bütün kıtalar birleşerek dev bir kıta haline gelirler, dağlar, volkanik adalar, okyanus hendekleri, okyanus sırtları ve çok büyük depremler oluşur. Levhalarda bu hareketler olurken; canlıların yaşam ortamları da sürekli değişir. Yaşadıkları okyanuslar büyür ya da küçülür ve bu yüzden göç etmek zorunda kalırlar. Ya da kara parçaları kopar veya okyanuslarda volkanik adalar oluşur ve canlılar yaşadıkları populasyonlardan izole olarak yeni ortam şartlarında yeni özellikler geliştirmek zorunda kalabilirler. Kıtalar kutuplara doğru hareket eder ya da ekvatora doğru, buna bağlı olarak da sıcak ya da soğuk iklimde yaşayabilecek özelliklere sahip canlılar evrimleşir. Kısacası; levha hareketleri çevre şartlarını değiştiren en önemli unsurdur.

Bugün; levhaların hareket ettiği kanıtlanmıştır. Prekambriyen’den itibaren, kıtaların levha hareketleri sonucunda, hangi jeolojik zamanlarda hangi şekiller aldığını kesinlikle bilmekteyiz. Yani levha hareketleri bilimsel bir gerçektir. Kuram olarak anılmasının nedeni ise evrimin kuram olarak anılmasıyla aynıdır. Aynı evrimde olduğu gibi; levha tektoniğinde de formül oluşturamazsınız. Örneğin; kıtanın ilerleme hızıx zaman=kıtanın alacağı yol veya daha karmaşık formüller oluşturamazsınız. Ya da bir dağ oluşumunda; dağın kaç m yüksekliğe erişebileceğini kesin olarak bilemezsiniz, dağı oluşturacak çarpışmanın ya da dalma batmanın ne kadar süreceğini önceden kesin olarak bilemezsiniz. Dalma-batma zonlarında ortaya çıkan okyanus hendeklerinin kaç m derinliğe erişebileceğini yine önceden kesin olarak bilemezsiniz. Yalnızca, hareketin izlerini takip eder, buna bakarak da tahminler yürütürsünüz Levha tektoniğinde formül oluşturamamamızın nedeni; levha hareketlerinin kanıtlanmamış olması mıdır? Kesinlikle hayır! Aynı evrim kuramındaki gibi; süreçler büyük ölçüde bilindiği ve anlaşıldığı için, formül oluşturulamayacağı kabul edilmiştir Bir jeoloğa gidip, ”levha hareketleri kanıtlanamamıştır, yalnızca bir iddiadır, senaryodur, çünkü; adı hala levha tektoniği kuramıdır, kanıtlanması için kanun olması gerekir” derseniz; size ya benim yukarıda yaptığım açıklamayı yapıp anlamanızı bekler, ya da gülüp geçer.

Görüldüğü gibi; bir bilimsel çalışmanın kuram olması demek, onun kanıtlanmamış olması, bir iddia olması demek değildir. Halkımız arasında en çok hata yapılan ve yanlış anlaşılan kısım bu noktadır yani; “ Bilimsel bir çalışma önce teoridir, kanıtlanırsa kanun haline geçer” yanılgısı! Bu yanılgının en önemli nedenlerinden biri olarak, lise-2 biyoloji kitaplarını gösterebiliriz.

Kuramlar; uzun yıllarca deney ve gözlemlerle sınanmış, doğru olduğu çok güçlü bulgularla desteklenmiş ve desteklenmeye devam eden, bilimsel gerçeklerdir.

(Yazı ''Black Candle's Dance'' nickli üyeye aittir)

Hipotez:

Bir gözlemin, fenomenin (olgunun) veya bilimsel bir problemin, üzerinde daha fazla inceleme yapılarak test edilmesine olanak veren, öneri niteliğinde açıklaması.

Bu tanımda dikkat etmemiz gereken kısım: Getirilen açıklama, üzerinde daha fazla inceleme yapmaya ve test edilmeye (deneye) izin vermeli. Örneğin taşlar neden aşağı doğru yuvarlanır sorusuna, "çünkü deniz onları çeker" derseniz bu bir hipotezdir. Çünkü deney yaparak doğru olup olmadığını anlamanıza izin verir. Denize doğru olmayan bir eğimde taş yine yuvarlanacak mı? sorusunun cevabını deney yaparak bulabiliriz. Ama örneğin "Taşlar tanrıdan korktukları için yuvarlanırlar." bir hipotez değildir. Çünkü deneye izin vermez. Bu önermeyi test etmek için tanrıdan korkmayan taşlar bulmamız ve onların yuvarlanıp yuvarlanmadığına bakmamız gerekir. Bu ise bilimsel olarak mümkün değildir. Daha fazla incelemeye, deney yapmaya izin vermediği için bu önerme bir hipotez değildir. Sadece incelemeden ve üzerinde mantık yürütmeden öylece kabul etmemiz gerektiğini ileri süren bu tür savlara dogma denir.

Teori Nedir?

Zaman içinde defalarca test edilmiş, fakat hiç yanlış çıktığı görülmemiş, öngörülerinde doğru çıkmış hipoteze teori (kuram) denir. Örneğin ilk Newton tarafından ortaya atılan çekim ilkesine, yerçekimi teorisi denir.

Farkedileceği üzere teorinin bilim dünyasındaki anlamı ile halk arasındaki anlamı arasında önemli fark vardır. Halk arasında teori diye geçen şey, aslında hipotezdir. Örneğin şu söz çok kullanılır: "Bu söylediğin sadece bir teori." Halbuki teori bilim dünyasındaki en yüksek kesinlik derecesidir. Bu güne kadar aksi kimse tarafından gösterilememiş, ve gelecekle ilgili öngörüleri hep doğru çıkmış görüş anlamına gelir. Tek bir deney sonucu bile kabul gören teoriyle bağdaşmazsa teori geçerliliğini yitirir.

-Bilim dünyasıyla halk arasındaki önemli bir ayrım da önerileri doğrulama yöntemleridir. Bilim adamı;

1- Olguları inceler, gözlem yapar.
2- Olguları açıklamak için eldeki verilerle bağdaşan kendince bir cevap bulur.
3- Bulduğu cevabı çürütmek için deneyler yapar. Çürütemezse bulduğu cevabın doğruluğunu test etmek için diğer bilim adamlarına da hipotezini açıklar, çürütmeye davet eder.

Bilim adamı olmayanlar ise;

1- Olguları inceler, gözlem yapar.
2- Olguları açıklamak için eldeki verilerle (kısmen de olsa) bağdaşan kendince bir cevap bulur.
3- Cevabını haklı çıkaracak örnekler aramaya başlar.

Örneğin Darwin, "Doğada kendi soyunun devamına zarar verme pahasına başka bir canlı türüne hizmet eden tek bir canlı bulunduğu anda teorim çürütülmüş olur." demiştir. Böyle bir canlı bugüne dek bulunamamıştır.

- Peki kanun nedir ve teoriden ne farkı vardır? Kanun bir olguyu (genelde nicelikle) "tanımlamaya" çalışır. Teori ise "açıklamaya" çalışır. Örneğin "ideal gaz kanunu" dediğimiz şeyi PV=nRT olarak yazarız. Dikkat edilirse burada basıncın sıcaklıkla neden arttığının bir açıklaması yok, sadece nicelikler arası bir tanım var. Veya "kütlenin korunumu kanunu" dediğmiz şey, kapalı bir sistemde toplam kütlenin değişmeyeceğini söyler, fakat neden böyle olduğunu açıklamaya girişmez. Kanunlar da teoriler gibi %100 mutlak doğrular değil, fakat neredeyse kesindirler çünkü aksi tek bir örnek bugüne kadar bulunamamıştır.

- Matematikte ise teori değil teorem vardır, örneğin Pisagor teoremi. Teorem tamamen mantık silsilesiyle ulaşılan gerçek demektir. Teori gibi deneye dayanmaz.

- Bir hipotezin teori olarak kabul görmesi için sadece çürütülememiş olması yetmez, aynı zamanda gelecekle ilgili de doğru önermelerde bulunmalıdır. Örneğin başlarda Einstein'in görecelik kuramı yaygın kabul görmüyordu çünkü o zamanlarda bununla ilgili deney yapılamıyordu. Fakat Einstein'in hipotezi çok net bir öngörüde bulundu: Eğer bu hipotez doğruysa, Güneş, yanından geçen ışıkları büküyor olmalı. Bir güneş tutulması sırasında bu öngörü test edildi ve güneşin arkasındaki yıldızlardan gelen ışığın gerçekten büküldüğü görüldü. Hipotez ortaya atıldığında böyle bir olgu o güne kadar bilinmediğinden, görecelik kuramı için önemli bir destek oldu.

(Yazı ''nalbur'' nickli üyeye aittir)

http://fikirsel.ipbfree.com/index.php?showtopic=30

30 Ocak 2009 Cuma

Evrimsel Ahlak 2

Konu, ahlak. Mutlaka insan topluluğunda olması gerekmiyor; basit bir bakteri topluluğunda da ahlaktan bahsedilebilir : İyi, toplumun toplam çıkarı yönündeki davranış, kötü ise tam tersi. Fakat iyi davranış birey için her zaman kişisel çıkara aykırı olmayabilir. Ya da kötü davranış, bireyin çıkarını artırmayabilir. İyi-kötü'yü mesela HIRSIZLIK YAPMAK olarak düşünebiliriz.

Detayları geçiyorum. Teorik olarak toplum çıkarı, tüm bireylerin İYİ olması durumunda maksimum oluyor. Fakat bireyler, kendi çıkarlarını maksimize etmek isterler. John Nash'in oyun teorisi ile son derece ilintili.

Tamamen dürüst bir toplumda sistem kararlıdır. Herkes dürüst olmaya devam eder. Fakat bu topluma bir tane dürüst olmayan birey atarsanız; o birey kendi çıkarını çok artıracak, karşılık olarak birtakım bireylerin çıkarları azalacaktır. Toplum kısa süre içinde kendi çıkarlarını artırmanın yolunun dürüst olmamaktan geçtiğini görecek, hırsız olmaya başlayacaktır.

Fakat bir süre sonra, toplum için, hırsız olarak edilecek kar, dürüst kalarak edilecek kar'dan düşük olmaya başlayacaktır. İşte bu nokta toplumun denge noktasıdır. Örneğin bir hesapta; bireylerin %85'i dürüst, %15'i hırsız ise toplum çıkarı KARARLI bir biçimde MAKSİMİZE edilmiş olacaktır. Eğer dürüst oranı %90'a çıkarsa, dürüstler için hırsız olmak daha karlı hale gelmeye başlayacak ve denge durumuna dönülecektir.

Bu oranlar, edilecek karın güzel bir tanımı yapılırsa tam olarak hesaplanabilir. Ve bu oranlar öylesine kararlı denge durumudurlar ki, toplum yapay olarak ne kadar değiştirilirse, bu denge durumuna geri dönülecektir.

Burada bireylerin %85'i tamamen dürüst, kalanlar tamamen HIRSIZ demek değildir. Bireyler, karar alma süreçlerinin %85'inde dürüst davranıyorlar, %15'inde hırsızlık yapmaya karar veriyorlar demektir. Çünkü bireyin karar alması demek, kendi için KAR-ZARAR hesabı yapıyor olması demektir. Ben bireylern tamamen eşit olduğunu varsaydım. Sisteme biraz asimetri katarsanız bireyden bireye bu oranlar dalgalanacak, ama genel ortalama %85 olarak kalacaktır.

Gördüğünüz gibi AHLAK ve AHLAKSIZLIK tamamen matematiksel olarak ifade edilebiliyor. Daha doğrusu, toplumdaki ahlak oranı
hesaplanıyor.

Ahlaktan tamamen habersiz bir toplumu bir yerlere bırakırsanız, o toplum hızla bu kararlı denge noktasına gelecektir. Otomatik olarak bireylerin %85'i ahlaklı olacaktır.

Son sözler :

1. Ahlak ve ahlaksızlık, doğal bir sonuçtur.
2. Herkesin ahlaklı olduğu bir toplum kararlı değildir. Bozulmaya çok açıktır.
3. Ahlaklı sayısını yapay olarak (yani kar-zarar dengelerini bozmadan, sadece lafla) değiştirmeye çalışmak nafile bir çabadır. Toplum kısa süre içinde kararlı denge noktasına dönecektir, çünkü bu denge noktası, ortalama olarak bir bireyin maksimum kar edebileceği noktadır.

Ahlak, sadece insana özgü, yüce bir özellik olduğu tamamen yanlıştır. Ahlak denen şey, basit bir matematiksel sonuç, bireyin karını maksimize ederken ulaştığı bir sonuçtur.

Dikkat ettiğiniz gibi kar-zararın değiştirilmesinden bahsetmedim. Kar-zararı aynı bırakıp bireyin ahlakını değiştirdim. Buraya dikkat.

Gördüğünüz gibi, dünyadaki diğer herşey gibi,

Ahlak =Matematik'tir. Matematiği bu yüzden de daha çok sevmeliyiz.


Alıntı: http://www.sonsuz.us/?q=node/652

Evrimsel Ahlak 1

Birey için, (bkz: dipnot) iki tür topluluk vardır. Tanıdıklar ve yabancılar. Tanıdıkları öldürmek avantajlı değildir. Çünkü tanıdıklar birbirlerine yardım için vardır. (Gün gelir yardım eder) Bu yardımı sadece boğulmaktan kurtarmak diye algılamamak gerek. Yiyecek aramak, toprağı korumak, eş bulmak, bunların tümü tanıdıkların işbirliği ile yapılır.

İlk insanın toplumsallaşmayı öğrenerek, bir arada hareket ederek ne büyük vahşetlere yol açtığını; diğer maymun sürülerine saldırarak korkunç bir terör estirdiğini; henüz hiçbir alet kullanamazken dahi en yırtıcı hayvan olduğunu anlatan teoriler var, duymuşsunuzdur. İşbirliği evrimsel olarak faydalıdır ama bunu yapabilmek için görece gelişmiş beyinler gerekir.

Yabancı "insan"ları öldürmek de kötüdür. Çünkü muhtemelen onlar da bir sosyal topluluktur ve direnç göstereceklerdir. Düşman ancak tek ise öldürülebilir. Dahası, bu müthiş bir enerji isteyecektir ve son derece risklidir. Eğer mesele hayati bir mesele değilse, bu çabaya girmek basitçe gereksizdir. Bu hesapların kısmen kodlarımıza genetik olarak işlendiğine (atalarımızdan miras aldığımız reptilian beynimizde) ve kısmen de limbik beynimizde hesaplandığını düşünüyorum. (Tanıdığını öldürenlerin gözümüze daha "vahşi" göründüğünü hatırlayalım; dostlar öldürülmezler.)

Bu açıdan, kötülüğü (toplumun bütününe kötü olacak davranışı) ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bireysel çıkar hesabında pozitif çıkan davranış, ne olursa olsun yapılır. Bunun önüne birtakım "ulvi" gerekçeler koyarak geçemezsiniz. Nedenlerle oynayarak, yapılanın ne kadar ahlakdışı olduğu anlatılarak kötülüğün önüne geçilemez. Sadece ceza ve ödül sistemi ile, kişisel çıkarları değiştirerek sonuç değiştirilebilir.

Ceza ve ödül ile de, kötülük tamamen ortadan kaldırılamaz. Sadece toplumun denge noktaları bir miktar kayabilir. Ama marjinal durumlarda insanlar gene adam öldürecek, tecavüz edecek, hırsızlık yapacaktır. Bu çaba gereksiz, ve bence yanlıştır. (Yanlış olan hukuk sistemini vs. ortadan kaldırmak değil; kimsenin ahlaksız olmadığı bir toplum hayal etmektir) Alt komşu sesini çıkarmıyorsa, müziğin sesini açmakta çok azımız tereddüt ederiz. Ama alt katta iri yarı, ve her tıkırtıda yukarı gelen biri oturuyorsa, kulaklığımızı takar, öyle dinleriz müziğimizi. Komşuyu rahatsız etmek istediği kadar etik anlamda "kötü" olsun; sonuçlar bizim hareketimizi tayin eder; sebepler ve gerekçeler değil.

Bu yüzden etik için bugüne kadar söylenmiş olan her kelimeye katıla katıla gülüyorum; bu zırvalığı topyekün kaldrılıp atılması gerektiğini düşünüyorum. Bu iş, bu referansta düşünülemez. Kötülük hoş değildir, önüne geçilmelidir. Ama kötülüğün ne olduğunu anlayamamış birtakım felsefecilerin, birtakım kutsal kitapların söyledikleri üzerine inşa edilmiş bir hukuk yapısı paramparça olmaya mahkumdur. Yanlışın üzerine doğru inşa edilemez.

Bu görüş, ahlak tartışmasından çıkıp tüm hayat görüşünü içine alacak kadar derin bir görüştür. Yaşamak için hayatı anlamamız gerekmiyor, hatta anlamamalıyız da. Anlamaya başladığımızda ortaya çıkan gerçekler çok ürkütücü. Hiçbir adaletin bulunmadığını acı içinde farkediyoruz. Aslında olan bitenin basit bir numbers game olduğunu, aslında değer verilecek pek birşey olmadığını, istatistiği oluşturan küçük bir puzzle parçası olduğumuzu... Esas oyun bambaşka bir düzeyde oynanıyor. Dünya savaşında bir askerin botunun altında ezilen bir beceğin neler olup bittiğini anlayamaması gibi, biz de aslında hiçbirşeyi anlamıyoruz. Bu sebeple de bu tip konularda ahkam kesmeyi bırakmalıyız.

"Time quotes" diye bir aratın google'da; binlerce laf söylenmiş bunun adına. Ama zaman hakkında edilmiş tek bir doğru laf vardır insanlık tarihinde: "Zaman, saatime baktığımda gördüğüm şeydir." Bu kadar. Herşeyi anlamlandırmaya, derinleştirmeye, kişiselleştirmeye o kadar meraklıyız ki. Daha 300 sene öncesine kadar evrenin merkezini dünya zannediyorduk. Birtakım diferansiyel denklemlerin sonucu olup bitmektedir herşey. Onun dışında da "aman insan, yüce varlık, ahlak, insani değerler" falan da yoktur. Söylenecek çok şey var, ama zaten kimse okumuyor, okumayacak, o yüzden kesmekte fayda var.

Dipnot: Bu tartışmada, temel alınan referans; çıkar hesabının SADECE birey için yapıldığıdır. Toplumun iyiliğini gözetmek sözkonusu dahi değildir. Toplumun; ya da bir başkasının iyiliği bireylerin umurunda değildir (sonuçta kendisi için bir iyilik yoksa); ve bu "iyi"lik evrimsel avantaj anlamı taşır. Aynı yiyecek için bir aslanla rakipseniz, aslana dokunmamak iyidir; ama rakip bir çakal ise (ve rekabet edeceğini gösteriyor ise), çakalı öldürmek iyiliktir.

Dipnotun dipnotu: İnsanların, toplum iyiliğini paramparça etmek pahasına da olsa, kendi çıkarlarını gözettiği tartışmasız bir gerçektir. Gündüz Vassaf'ın yanılmıyorsam "Cehenneme Övgü" kitabında nefis anlattığı üzere; modern hayat dinamikleri tamamen bu olgu (kişisel çıkar) üzerine kuruludur. Bir stada girerken, öndekiler ezilecek dahi olsa, arkadakiler bir an önce girebilmek için azıcık azıcık iterler öndekileri. Otobüse bindiğinizde arkaya doğru ilerlemeyenlerden nefret ederken; arkada duran kişi iseniz, şöföre otobüse kimseyi almamasını bağırırsınız. Bir kızın birtakım porno görüntülerini izlerken, aynı kızın sizin eşiniz, çocuğunuz olması durumunda ne yapacağını düşünmezsiniz bile. Empati denen şey, ne yazıktır ki, pek de evrimsel avantaj sağlayan bir şey olmadığından gelişmemiştir büyük çoğunluğumuzda. Aslına bakılırsa, empati çoğu zaman evrimsel olarak zararlıdır bile.

Alıntı: http://www.sonsuz.us/?q=node/652

Ya Srebrenica , Ya Ben-u Kureyza

1992 yılında başlayan Bosna Savaşı’nda Doğu bosna’da Sırp ordusundan kaçan Müslüman Boşnaklar savaştan önce 10 bin kişilik nüfusununun 8 bin'i müslüman olan Srebrenica'ya sığınmış, böylece Doğu bosna’da Müslümanların kontrolünde olan tek kent Srebranica’nın nüfusu altmış bine yükselmişti. Kış ayları olmasına rağmen on binlerce insan sokaklarda yatıyor ve açlık bütün şehri kasıp kavuruyordu.

Putperestlerle yaptığı Hendek savaşından sonra putperestlerle işbirliği yaptığı suçlaması ile Hz. Muhammed Medineli Yahudi toplumu Ben-u Kureyza’lıların üstüne yürümüş, Benu Kureyza’lılar ellerindeki kaleleri olan Hayber’e sığınmışlardı. 

Sırplar şehri tamamen kuşatmışlardı. Srebrenica’nın komutanı Nasır Oriç liderliğinde Boşnaklar, Srebrenica'yı kahramanca savunuyorlardı. Ancak bir süre sonra cephane ve yiyecek tükenmeye başlayınca direniş de kırılmaya başladı.

Hayber kalesini kuşatan Hz. Muhammed hiç acele etmedi. Bir aya yakın süre ablukaya aldığı kaleye giriş çıkışı engelledi. Ben-u Kureyza'lılar açlık ve susuzluk ile de mücadele ediyorlardı.

Srebranicalı müslümanlar umutsuzdular. Ratko Miladiç önderliğinde 1993 yılında Sırplar ablukayı iyice sıkılaştırdılar. Boşnaklar çaresizdi. Birleşmiş Milletler Srebrenica’yı güvenli bölge (!) ilan etmişti ve Hollandalı bir Barış gücünü kenti koruması için şehre konuşlandırmıştı. Barış gücünün ilk yaptığı şey Bosnalı müslümanların silahsızlandırılması oldu. Çaresiz Bosnalı müslümalar güvende olacakları düşündüler ve zaten az olan silahlarını bu Hollandalı barış gücüne verdiler. Barış gücünün kendilerini Sırplara karşı koruyacaklarını düşündüler. Bosnalı müslümanların silahsız oldukları Sırplara bildirildi. Ve ablukanın kaldırılıp diplomasi yolu ile sorunların çözülmesi istendi.

Hayber kalesinde Hz. Muhammed önderliğindeki müslümanların ablukası nedeni ile açlık ve susuzluk ile mücadele eden Ben-u Kureyzalılar , müslümanlar ile anlaşma yoluna gitmek zorunda idiler. Peygamber onlaragüvenilir (!) bir anlaşma sundu. Derhal silahlarını bırakıp teslim olacaklardı ve Hz. Muhammed’in eski Yahudi yeni Müslüman olan sahabelerinden Sa'd bin Muaz'ın vereceği cezayı kabul edeceklerdi. Çaresizlik içindeki Yahudi Ben-u Kureyza’lılar istemeden de olsa teklifi kabul ettiler, savaşmadan silahlarını teslim ettiler. Eski Yahudi olan yeni Müslüman Sa’d bin Muaz’ın kendi haklarını koruyacağını düşündüler son bir ümitle.

Müslümanların silahsız olduğunu bilen Sırplar göstere göstere Srebranica’ya girdiler. Hollandalı askerler onlara karşı çıkmak şöyle dursun, Müslüman Boşnak erkeklerin tasnif edilip ayrılmasında yardım ettiler. Yaşları 15 ile 75 arası olan tüm erkekler toplandı. 8.500 kadar erkek toplandığı tahmin ediliyor. Kamyonlara doldurulup dağlara götürüldüler topluca.Yolda dövülüp dağlara varıldığında topluca kurşuna dizilerek katledildiler. Cesetleri sonradan teşhis edilemesin diye üzerlerinden dozerlerle geçtiler ve sonra açtıkları çukurlara topluca gömdüler. Srebranica’nın erkekleri katledilmişti ve geri kalan kadınlar artık Sırplarındı. Erkekleri Sırplar tarafından katledilen kadınlar artık Sırp askerinin kullanımında idi. Tecavüz vakalarının sayısı bile bilinmiyor.

Ahzab suresi 26. ayet: "Allah, ehl-i kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.

Ahzab suresi 27. ayet: "Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah'ın her şeye gücü yeter."

Sahih hadislerde anlatılanlara göre kaledeki çaresiz Yahudilerin eli silah tutabilenlerden 400-900 arasında bir erkek topluluğu öldürüldü. 400-900 arası olduğu söylenilen Yahudilerin büyük çoğunluğu Hz. Ali tarafından katledilmişti. Ali o gün kafa kesmekten çok yorulmuştu ve kafa kesme işlemi sırasında yorgunluktan sürekli olarak kılıç kullandığı kolunu değiştiriyordu. Hz. Muhammed ise kesim işleminin yanına çadır kurdurmuştu vekesim işlemini gözlemliyordu. Katledilen Yahudi erkekleri topluca gömüldüler. Tüm silah tutabilen erkekleri öldürülen yahudilerin artk zenginlikleri müslümanlarındı. Ahzab suresi 26 ve 27. ayet bu katliamı anlatır. 26. ayette bir kısmını öldürüyordunuz derken öldürülen 400-900 arası Yahudi erkek kastediliyor. Bir kısmını esir alırdınız derken kadınlar ve çocuklar kastediliyor. 27. ayette ise Yahudilerin tüm malvarlıklarının artık müslümanların olduğu anlatılıyor. 

Katliamdan sonra, Dıhyetü'l-Kelbı adındaki delikanlı Arap, Hz. Muhammed'e gelir; tutsak kadınlardan birini kendisine alması için ondan izin ister. Hz. Muhammed de,: "Haydi git de bir câriye al!" diye karşılık verir. Ne var ki Dıhye gidip Safiyye'yi alır. Bunu gören bir başka Arap hemen koşup Hz. Muhammed'e haber verir. Safiyye'nin Dıhye'ye değil; "Peygamber"e uygun olacagını söyler. Hz. Muhammed'de Dıhye'yi çağırtır; "başka bir cariyeyi" almasını söyler. Dıhye'ye verilen "cariye", Safiyye'nin kocasının kızkardeşidir. Hz. Muhammed, kendisine "karı" olmanın karşılığında Safiyye'yi "azâd" eder. Yola çıkıldığında, bir yandan da"zifaf " düşünülmektedir. Ümmü Süleym, Safiyye'yi hazırlar. Ve gece olunca da peygamberin koynuna koyar." (Başta Buhari, en sağlam hadis kiıaplarında da yer alan bu hadisi, Kamil Miras'ın çeviri ve "Izah"ını da görmek için Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Ankara, 1985, Diyanet Yayınlarından, 2/299-310.)

Babası ve kocası öldürülen bir kadın aynı gün (veya bir gün sonra) ,hem de babasını ve kocasını öldürenlerin liderine verilir. Safiyye o sırada daha genç bir kız iken peygamber 57 yaşında idi. Peygamber babası ve kocasını daha yeni öldürttüğü acılar içindeki bir kızı almakta bir sakınca görmemişti.


Srebrenica katliamınının baş kahramanları General Ratko Miladiç halkı uyutulmuş ülkesinde hala çok seviliyor ve kahraman olarak görülüyor. Srebranica katliamını engellemeyen Hollandalı Barış gücü askerlerine ise ülkelerinde şeref madalyaları verildi ve sorumlu olmadıkları savunuldu.

Ben-u Kureyza katliamını yapanların lideri peygamber ve arkadaşları bugün uyutulmuş 1.3 milyar insanlık İslam mümin kitlesince çok seviliyor.

Srebrenica ve 
Ben-u Kureyza katliamında ölenleri saygı ile anıyoruz.

Doğru ile yanlışın amansız savaşı devam ediyor..


(Yazı El Velehan'a aittir)